Çevre baskıları artıyor, devletler de bu baskıyı en rahat yönlendirebildikleri endüstrilerin nefes almasını bile engelleme derdinde. Bu da doğal olarak bir eli balda bir eli yağda otomotiv sektörünün hedef haline gelmesine neden oluyor. Toplumların sektörden beklentisi ineklerin neden olduğu emisyonu içine çekip yerine temiz hava pompalayacak bir otomobil tasarlaması gibi ama bu pek mümkün değil. Şimdilik içten yanmalı motoru kenara bırakmanın adımları atılıyor.
Bu adımlardan bir tanesi de Renault’dan geldi. Fransız üretici, devasa bir dizel pazarından gelmesine rağmen elektriklenme konusunda çok iştahlı. Elektrikli Fluence Z.E. ve Kangoo Z.E. gibi erken ve çoğunlukla başarısız denemelerin yanında Zoe ile gerçek bir başarı tablosu oluşturmuş durumda. Ara modellerle yapılan denemelerden sonra sıra büyük kalibreli silahlarda: Clio ve Captur yakın zamanda daha çevreci versiyonlarıyla aramızda olacak.
Önce Renault hibrit tekniğinden bahsetmemiz lazım. Zira bu konuda neredeyse her bir üreticinin kendine has fikri var ve Renault da farklı değil. İki araç da içten yanmalı motor olarak 1,6 litre hacimli ve Atkinson çevrimiyle çalışan benzinli motoru kullanıyor. Bu motora bir çift elektrik motoru destek oluyor. Bu motorlardan bir tanesi yüksek voltajlı bir marş motoruyken ikincisi normal bir elektrik motoru. Zaten işin Renault’ya özgü kısmı da bu iki motorun kullanım şekliyle başlıyor. Clio ve Captur ikilisinin E-Tech versiyonları tüm kalkışlarını, ne kadar sert olursa olsun elektrik motoruyla yapacak. Bu sayede Renault güç aktarımında kayıplara neden olabilecek bir kavrama kullanma zahmetinden kurtulmuş. Kavramaya sahip olmayan 4 vitesli bir otomatik şanzıman güç aktarımı için kullanılacak ama bu şanzıman da sıradan bir gezegen dişli setli şanzıman değil. Bunun yerine ralli araçlarında görmeye alışık olduğumuz türden dog box (köşeli dişlilerle çok daha keskin ve kesintisiz ama biraz da konforsuz vites geçişleri yapabilen bir şanzıman türü) şanzımanlara benzer yapıya sahip bir şanzıman söz konusu. Renault iddiası şanzımanın çift kavramalı şanzımanlara yakın performansa sahip olduğu ama onların hassas kavramalarına sahip olmadan unu başarabildiği yönünde. Muhtemelen eğer pillerin şarjı biterse araç nasıl hareket edecek diye düşünmüş olabilirsiniz, ikinci elektrik motoru böyle bir durumda içten yanmalı motordan aldığı güçle pilleri hızlı bir şekilde şarj edecek ve en kısa süreli duruşlarda dahi pillere yeterli enerji depolayabilecek. Yani teori çok sağlam.
Sonuç olarak Renault hibridi yeniden keşfetmek için önemli adımlar atmış. Buradan sonra iki model arasındaki farklara gelebiliriz. Zira Clio E-Tech bir hibritken Captur E-Tech ise prizden şarj edilebilen bir hibrit. İkili arasındaki en belirgin farklılık Clio’da 1,2 kWs’lik lityum-iyon piller kullanılırken Captur’da 9,8 kWs’lik piller kullanılacak olması. Captur sadece elektrikli 65 km civarı bir menzile sahip olacakken Clio’nun da şehirde yapacağı yolculukların yüzde 80’ini elektrikli olarak yapabileceği iddia ediliyor. Clio E-Tech’in sistem gücü 140 HP iken Captur E-Tech Plug-in’in sistem gücü 160 HP olarak açıklanıyor. Son olarak Clio’da kullanılan sistemle ilgili ilginç bir veri paylaşalım: Renault’nun açıklamasına göre bu hibrit yapıda kullanılan bileşenler, Clio E-Tec’in tartıda dizel motorlu bir Clio’dan sadece 10 kg daha ağır çekmesine neden oluyor. Yani gelişim devam ediyor.